Yoğun düzeyde meditasyon pratikleri yapan gurular (Budizm, Hinduizm ve Hint geleneklerinde öğretmen, usta) meditasyon pratiklerini geliştirmek adına meditasyonlarını genellikle tepe kenarlarında, kaygan bir kayanın üzerinde gibi tehlikeli ve alışılmışın dışında mekanlarda meditasyon yaparlarmış çünkü tekin olmayan mekanlarda meditasyon yapmak aslında odaklanma eylemlerine katkı sağlarmış, küçük bir hata payını bile büyük bedellerle ciddi yaralanmalarla hatta ölümlerine bile yol açsa farkındalıklarını ve derinliklerini geliştirmek adına bu mekanları tercih ederlermiş.
Bir gün bir yogi ustası bir ağacın en tepesinde terk edilmiş bir kartal yuvasında meditasyon yaparken önemli bir devlet görevlisi onu ziyarete gelmiş ve sormuş: Güvenli ayaklarının yere bastığı bir yer varken bu kadar tehlikeli bir şekilde meditasyon yapmanın sebebi ne?
Yogi cevap vermiş: Sen buna tehlike mi diyorsun? Senin yaptığın daha tehlikeli.
Sizce usta bu cevapla ne demek istemiş olabilir?
Meditasyonla farkındalığını güçlendiren yogi için farkındalığın zıttı olan bilinçsizlik, umursamazlık, dikkatsizce yaşamak felaket bir yaşam şeklidir. Tıpkı Sokrates’in söylediği gibi ‘Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değer değildir’
Bizler ne yazık ki yaptığımız çoğu şeyi neden yaptığımızı bilmiyoruz. En ufak eylemden tutunda en komplike eyleme kadar. Sadece yapmış olmak için yapıyoruz o kadar bu frekanstayız ki mesela yemek yemeye gidiyoruz ya da öğlen iş yerinde yemek saaatimiz geliyor sırf yemiş olmak için yemek yiyoruz ne damağımızda bıraktığı tadı hissediyoruz ne de ne yediğimizi biliyoruz. (Yemek mi bizi yiyor biz mi yemeği yiyoruz?! ) Ya da okula gidiyor olalım. (Ben okul kadar gitmiş olmak için gidilmiş bir kurum daha bilmiyorum sanırım.) Hangimiz evet ya ben bugün okula gidiyorum okuldan almam gereken her şeyi en verimli şekilde alıyorum ve dönüyorum mottosuyla gitti? Beden okulda ruh nerede?
Kayıp...
Sosyal zamanlarımızı inceleyelim madem. Arkadaşınla buluşuyorsun sohbet etmek için belki de dertleşmek için onu bile yapamıyorsun. Ne anlatıyor dinlemiyorsun.
İnsan olarak yaptığımız hiçbir şeyi hakkaniyetiyle yapamıyoruz. Sorgulamayı bilmiyoruz. Farkındalık nedir bilmiyoruz.
Elimizde bir hayatımız var. Hayat yolculuğumuzu müthiş bir acele içinde soluklanmadan, sorgulamadan keşfetmeden geçiriyoruz. Neden sorgulamıyoruz? Daha doğrusu neden sorgulamayı bilmiyoruz? Sorgulamayı bırakın düşünmüyoruz bile! Akışa kaptırmış günlük rutinlerde kaybediyoruz kendimizi. Derinlikleri keşfetmeden buz dağının görünen yüzüyle idare ediyoruz. İdare ettiğimizi bile fark etmeden. (İşte orda bir buz dağı var bana mı var sanki!) Bir tık ötesi sorgulamayı şükürsüzlük sanıyoruz. Bizler bu sosyal öğretiyi, sorgulamamayı, düşünmemeyi nasıl bu denli içselleştirebildik? Üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve cevaplar bulunması gereken bir soru.
Bizler bilinçli farkındalık düzeyimizi yükseltmeliyiz. Hem farkındalığı hem bilinci içeren derin bir farkındalık düzeyidir bilinçli farkındalık. Küçük pratiklerle bile hayatımıza dahil edebileceğimiz bir süreç bu. Örneğin yürümeye çıktığında sadece yürümeye odaklan adımlarını say zihninden geçen öfkeye, endişeye, hayal kırıklıklarına odaklanma. Yemek yerken sadece yemeğine odaklan onu kokla, tadına bak yavaş yavaş ye. Günlük hayatındaki eylemlerine bu yaklaşımın hiç şüphesiz sana huzuru, farkındalığı ve öngörüyü kazandıracak