DEPREMDEN BİZE KALAN
Günlerce enkaz altında kalmanın, çığlık çığlığa feryat etmenin, en sevdiklerinin göz göre göre donarak ölmesine tanıklık etmenin, günlerce araçlarda, sokaklarda aç susuz çaresiz kalmanın, aylarca çadırlarda ve sonrasında konteynerlerde ve prefabriklerde yaşamanın getirdiği birlik beraberlik kardeşlik ve dayanışmanın sonucu olarak Türkiye'nin en pahalı şehrinde yaşıyoruz bugün, en acımasız, en anlayışsız, en fırsatçı şehrinde...
Hani imkanlar el verse daha da ötesine gideceğiz, hiç ihtiyacımız yokken bir değil, iki konteyner verilse yok demeyeceğiz, deprem öncesi 2000 TL'ye kiracı bulamadığımız 2+1 dairelerimizi hani bugün 12.000 yerine başka çaresi kalmayan birini bulsak 20.000'e vereceğiz belki. İki günde iki kişiyle bitecek olan bir boya tadilat işçiliği için 20.000 değil de 40.000 isteyeceğiz belki alacağımıza inansak. Hani her gün mahallelerde tırlarla dağıtılan suyun tamamını evimize yığsalar yok demeyeceğiz. Kedi köpek maması dağıtılsa saatlerce kuyruklarda bekleyeceğiz...
Günlerce enkaz altında kalmanın, sesimizi kimselere duyuramamanın, dondurucu soğuklarda ve şiddetli yağmurların altında çorapsız ve ayakkabısız saatlerce çorba kuyruğunda beklemenin, ölümün zulümün ayrılığın acının ve çaresizliğin her türlüsünün en kötüsünü yaşamaktan çıkardığımız ders; fırsatçılık ve acımasızlık.
Bunun içindir ki başkalarına mağduriyet yaşattığımızı bilmemize rağmen ihtiyacımız olmayan konteynerlerde kalmaya devam ediyoruz. Bunun içindir ki bir daha asla oturamayacağımız evlerimizi bir şekilde onarmanın yollarını arayıp başkalarına mezar yapmanın yollarını arıyoruz, bunun içindir ki eldeki ürünü ne kadar fahiş bir fiyatla elden çıkarmış olursak olalım hep acaba daha fazlasını mı isteseydik gibi bir ukde kalıyor içimizde.
Yüzyılların en büyük felaketinden mucizevi bir şekilde sağ çıkmanın getirmiş olduğu birlik ve beraberlik kardeşlik ve dayanışma sonucunda geldiğimiz nokta bu; fırsatçılık ve acımasızlık ve artık bir daha bakınca asla göremeyeceğimiz şehrimizin o aşina yüzü.
Bu süreçte gecesine gündüzüne katan, mağdur aileler için, günlerce çoluk çocuğunun yüzünü göremeyen, evlerinde bir bardak çay bir sıcak çorba içemeyen ve kendilerini gerçekten depremzedelere vakfeden ve bugün hâlâ aynı yolda yürümeye devam eden Haşim Asnuk gibi Abuzer Turhan gibi Besim Şişman gibi Mehmet Tırpan gibi Aziz Çelik gibi İsmail Demir gibi yüzlerce belki binlerce arkadaşımız da olmadı değil. Ama geldiğimiz noktada onca çirkinliğin, onca fırsatçılığın, onca riyakarlığın içinde güzel insanları ayırt edebilmek o kadar da kolay olmuyor ne yazık ki.
Yazınca şehrin adını kötüye çıkarıyorsun diyorlar. Şehrin ne günahı var kardeşim? El birliği ile ırzına geçtiğiniz, soyup soğana çevirdiğiniz, yağmaladığınız şehirden bize kalanlar bunlar. Bir günlüğüne ayrılsak özlediğimiz, bin yıl yaşasak doyamayacağımız şehri bu hale getirdiniz. Çaldınız yağmaladınız ruhunu kirlettiniz...
Her caddesini her Sokağını karış toprağını yüreğimde biriktirdiğim hüzünler gibi bildiğim bu şehri bir bütün olarak sevmiştim, şimdi size rağmen sevmeye devam edeceğim...