Afrika’dan, Libya’dan toz geldiği söyleniyor; ufuk çizgisi silindi yüz metre ilerisini göremiyoruz.
Beyaz renkli elbiseler, araçlar, evler kirli sarıya boyandı. Bunun üzerine birde yağmur yağarsa işte o zaman seyrele “cümbüşü”!
Doğanın sağı solu yok, doğayı dizginlemenin mümkünatı da yok.
Özellikle Adıyaman’ın birde “asbest” gerçeği var. Ağır hasarlı binaların yıkımıyla orda burada yükselen toz bulutunun Afrika’dan gelen ton taşınımından farkı yoktur.
Şehre su taşıyan isale hatlarının bir kısmı hala asbest ve insanlar bu boruların değişeceği günü bekliyor.
Hele yollar adeta ömür törpüsü!
Yoldaki çukurlar adeta kamufle olmuşlar, nerede hangi derinlikte bir çukura düşeceğiniz belli değil.
Adıyaman’a dışarından çalışmak, şehre katkı sunmak için gelenler, gelmeyi düşünenler de hemen hemen yok gibi.
Şehir büyük bir köye dönüşmüş; bu kâbustan ne zaman kurtulur, ne zaman bacaklarının üzerinde ayağa kalkar bilmek ve hatta tahminde bulunmak bile zor.
Bu şehir için, “burası nemrut toprağı, burada bela eksilmez” diyenlere inanmıyor ve aldırmıyorum ama şurası da bir gerçek ki hiçbir sıkıntı, hiçbir darboğaz, hiçbir felaket bu topraklarda tahribat açmadan geçip gitmiyor.
Hani “coğrafya kaderdir” derler ya işte öyle bir şey bizimkisi…
Harap ve bitap da olsa, sudan havadan asbest de yağsa biz burada yaşamaya devam ediyoruz/edeceğiz.
Yapacak bir şey yok!